Nehcü’l-Belaga Kitabından
- Hutbeden: Ey yayılacak şeyleri yayan, ey yüceltilecek şeyleri yücelten, ey gönülleri yaratılışına, istidadına göre kötü yahut iyi kabiliyette yaratan, kulun ve Resulün Muhammed’e en yüce rahmetinle rahmet et, en bol bereketinle bereketler ver! Odur, kendinden önce gelip geçen peygamberlerin sonuncusu, kapanmış şeyleri açan, hakkı hak üzere ilan edip yayan, ortaya koyan. Odur, batılların coşup köpürüşlerini gideren, sapıklıkların saldırışlarını kırıp geçiren. Peygamberliği yüklenmiştir de senin emrini yerine getirmiştir, tez davranmıştır da rızan neredeyse, neye yönelikse onda acele etmiştir. İlerlemekte geri kalmamıştır, azminde gevşek davranmamıştır. Vahyine mazhar olmuş, onu bildirmiş, ahdini yerine getirmiştir; emrin ne ise o yola gitmiştir. Sonunda din ateşini yalım yalım alevlendirmiş, ana yoldan gitmeyenlere yol göstermiştir de gönüller, sınanmalara, suça batmalara uğradıktan sonra hidayete ermiştir. Apaçık bayrakları dikmiştir, apaydın hükümleri bildirmiştir.
- Hutbeden:O, dünyada ağız dolusu bir lokma yemedi, dünyaya gözünün ucuyla bile bakmadı. Dünya ehlinin en zayıfıydı bedence, karnı en açıydı yemek bakımından. Dünya ona arz edildi, O kabul etmedi. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’ın buğzettiği şeyi bildi, ona buğzetti; horladığı şeyi bildi, onu horladı; küçük gördüğü şeyi, küçük gördü, küçülttü. Bizde hiçbir ayıp olmasa da fakat Allah Resulünün buğzettiğini sevsek, Allah’ın ve Resulünün küçülttüğünü büyütsek, Allah’a karşı durmak, Allah’ın emirlerinden çıkmak için bu bize yeter.
Rasulullah (s), yerde yemek yerdi, kul gibi otururdu, ayakkabısını kendisi tamir ederdi, elbisesini kendisi yamardı, eğersiz binerdi bineğine; biri daha varsa ardına binerdi. Evinin kapısına, üstünde resimler bulunan bir perde asılmıştı: Zevcelerinden birine: “Şunu kaldır, zira ona baktıkça dünya ziynetlerini hatırlıyorum” buyurmuştur. Dünyayı gönlünden çıkarmıştı, onu anmayı hatırından geçirmezdi. Dünyayı o kadar gözden çıkarmıştı ki, ne gönül bağlayacağı güzel bir elbise vardı, ne de üstüne oturacağı bir sergisi.
- Hutbeden:Onu apaydın ışıkla, görünüp duran ve şüpheleri gideren delille, insanları apaçık yolda sapıklıktan kurtaran, doğru yola sevk eden kitapla gönderdi. Mensup olduğu boy, en hayırlı boy; ağacı en hayırlı ağaç, dalları, budakları en güzel ve doğrudur. Dileyenler meyvelerinden kolayca yiyebilirler. Doğduğu yer Mekke, göçtüğü yer tertemiz şehir Medine’dir. Anılışı orada yüceldi; ünü oradan duyuldu.
Bilin ki Allah’ın salatı O’na ve soyuna olsun, Muhammed’in soyu gökteki yıldızlar gibidir: Bir yıldız yitti mi, öbürü doğar. Allah’ın lütuflarını size verdiğini görürüm ben. Size umduğunuzu gösterecektir.
İmam Ali (a) Divanından
Peygamber Efendimize, elbiseler kefen ve toprak mezar olduktan sonra, başka birinin ölümüne ve toprağa gömülmesine üzüntü duymam. (s.41)
Peygamber Efendimizin vefatı bizim için büyük bir musibet oldu. Onun gibisini bir daha bulmamız mümkün değildir. Bir benzeri olmayan böyle bir insanın vefatı, yeryüzündeki musibetlerin en büyüğüdür. (s.43)
Peygamber Efendimizin varlığı, kendi hanedanı için bir kale mesabesinde idi. Düşmanlardan gelecek tehlikelere karşı O’na sığınır, böylece emniyet ve huzur içinde yaşarlardı. (s.43)
Peygamber Efendimiz aramızda sabahlayıp akşamlayınca, onun mübarek bakışları arasında her an hidayet, mutluluk ve sevinç nurunu müşahede ederdik. (s.44)
Hazreti Peygamber vefat edince, gündüz olmasına rağmen, bizi bir zulmet ve karanlık kapladı. Gece karanlığından daha koyu ve şiddetli olan bu karanlık her tarafı sardı. (s.44)
Ey ahirete göç edenlerin ve toprağı kucaklayanların en hayırlısı! Senden daha büyük ve topluma daha yararlı bir insan var mıdır? (s.45)
Bütün Peygamberlerin sultanı ve risalet saltanatının tacı olan Resulullah aramızdan gidince, bu geniş, uçsuz ve bucaksız dünya, halkın başına dar gelmeye başladı. Geniş olan fezalar daraldı. (s.45)
Bilal-i Habeşi her namaz vaktinde Hazret-i Peygamberin ismini zikrettikçe Müslümanların gönlündeki yara depreşmektedir. (s.47)
Hazret-i Peygamber bize doğru yolu gösterince, hepimiz Hak Taala’ya itaat ettik, doğru yolu bulduktan sonra Allah’a itaat etmeyi ve takva üzere bir hayat sürmeyi gerekli gördük. (s.48)
Ey Huseyin’im! Deden Hazret-i Muhammed Mustafa’ya daima salât ve selam gönder. Böylece dini bir emri yerine getirmiş olur ve Kuran’daki ayet-i kerimelerin esrarına talip olanları memnun edersin. (s.73)
O Peygamberin mübarek yüzü, parlayan bir ay gibidir. O, ayın on dördünde bulutlar arasında görünen dolunaya benzerdi. (s.240)
Ya Resulullah! Sen benim gözbebeğim idin, gözümün nuru idin. Bu yüzdendir ki şimdi gözlerim senin ayrılığına ağlar. (s.328)
İnsanların en hayırlısı olan Hazret-i Muhammed’i, kendi nefsimle korudum. Allah’ın evini tavaf edenlerin en faziletlisi ve en seçkini O dur. (s.329)
Resulullah aramızda parlayan ve ışık saçan bir ay gibidir. Allah onunla düşmanlarımızı baş aşağı ederek bizi başarıya eriştirmiştir. Onun ışığı ile düşmanların karanlığını keşfetmişizdir. (s.374)
Ey seçkin Peygamber! Seni nefsimle korurum. Çünkü senin sebebine Cenab-ı Hak bizim üzerimizden cehalet karanlığını kaldırdı. (s.521)
Ey Peygamberlerin sonuncusu ve Peygamberlik mektubunun mührü! Ben yaşadıkça sana olan şükran borcumu dile getiririm. Bütün faziletler ve iyi hasletler sana aittir. (s.522)
O gece Resulullah, Allah’ın nusret ve yardımını aldı. Çünkü Peygamber, adaletle hükmetmek üzere gönderilmiştir. (s.523)
Aramızda Hazret-i Muhammed (s) bulunuyor. O, alnı bulutlar arasında parlayan bir güneş gibidir. (s.595)
Sünen-i Nebi Kitabından
Büyük âlim ve filozof Allame Muhammed Hüseyin Tabatabai’nin Sünen-i Nebi isimli kitabında İmam Ali’den (a) naklen Peygamber Efendimiz (s) hakkında şu cümleler yer almaktadır:
“Resulullah (s) eli herkesten daha çok açık, daha cüretli, daha doğru ve sadık, daha vefalı, daha ahlaklı ve herkesten daha yumuşaktı. Onunla beraber olmak çok kıymetli idi. Onunla ilk defa karşılaşan kimse önce heybetinin etkisi altında kalır, sonra konuşup tanıştığı zaman, onun dost ve âşıklarından olurdu. Geçmişte ve gelecekte onun gibi birisini görmedim ve görmeyeceğim.”[1]
Resulullah (s) iyiliklerinin kadir kıymeti bilinmeyen insanlardan idi. Devamlı Kureyş’e, Aceme ve Araba iyilik ederdi. Acaba insanlara Resulullah’tan (s) daha çok iyilik yapan birini bulmak mümkün mü? Biz Ehl-i Beyt’in de iyiliklerinin kadir kıymeti bilinmedi. Aynı şekilde seçkin müminlerin de iyiliklerinin kadir ve kıymeti bilinmez.[2]
Hiçbir zaman Resulullah’ın (s), görüştüğü kişi elini çekmeden önce elini çektiği görülmedi. Hiçbir zaman ihtiyacını giderip yardımda bulunduğu kişi vazgeçmeden onun bu işten vazgeçip yarıda bıraktığı görülmedi. Birisi kendisiyle sohbete başladığı zaman, o kişinin kendisi bitirmedikçe, susarak sohbeti bitirdiği görülmedi. Hiç kimsenin karşısında ayağını uzatmadı. İki zor iş arasında kaldığında en zor olanı seçerdi (işin kolayına kaçmaz, daha iyi ve verimli olanı yapardı).
Kendisinden bir şey istendiği takdirde “hayır” dediği görülmedi. Hiç kimsenin isteğini geri çevirmezdi. Elinden geldiği kadarıyla insanların ihtiyacını gidermeye çalışırdı. Bunu da yapamasaydı tatlı dil ve güzel sözlerle o kişiyi razı ederdi.[3]
İçecekleri üç nefeste ve emerek içerdi. Sağ elini yemek, içmek, almak ve vermek için kullanırdı. Sağ eli dışında bir şey verip almazdı, sol elini başka işler için kullanırdı. Bütün işlerinde; elbise ve ayakkabı giyerken, saçlarını tararken sağ elini kullanmayı severdi.
Birisini seslediği zaman üç defa çağırırdı. Kelamında tekrar olmazdı. İzin aldığı zaman üç defa tekrar ederdi. Sözleri apaçık idi, öyle ki her dinleyen anlardı. Konuştuğu zaman dişlerinin beyazlığı ışıldardı. Ön dişleri çok cazip bir şekilde birbirinden ayrı ama aralıksızdı.
Kısa bakışları vardı. Kimsenin üzerine odaklanarak bakmazdı. Hiç kimse ile hoşlanmayacağı şey hakkında sohbet etmezdi. Yolda yürürken yokuş aşağı iner gibi adım atardı.
Şöyle buyururdu: “İçinizde en hayırlınız en güzel ahlaklı olanınızdır.”
Hiçbir yiyeceği küçümsemediği gibi övmezdi de.
Ashabı onun huzurunda tartışıp kavga etmezlerdi.
Onun mübarek huzurunu idrak eden bütün insanlar; “Biz (s) onun gibisini ne geçmişte gördük, ne de gelecekte göreceğimizi sanıyoruz” demişlerdir.[4]
“Birisi huzurunda yalan söyleseydi gülerek “Bu, onun söylediği bir sözdür” buyururdu.”[5]
“Yeni bir kız çocuğunun dünyaya geldiğini kendisine müjdelediklerinde: “Reyhandır ve rızkı Allah’ın üzerinedir” diye buyururdu.”[6]
Resulullah (s) düşman ile karşı karşıya geldiği zaman piyadeleri, atlıları ve deveye binenleri savaş için hazırlar ve sonra şöyle buyururdu: “Allah’ım! Sen benim sığınağım, yardımcım ve tehlikeleri benden uzaklaştıran-sın. Allah’ım! Senin yardımınla saldırıyor ve savaşıyorum.”[7]
Resulullah (s) saçını tarardı, birçok zamanlar su ile düzeltirdi ve şöyle buyururdu: “Müminin güzel ve hoş kokulu olması için su yeterlidir.”[8]
Mekke’den birisi döndüğünde şöyle buyururlardı: “Allah hac amellerini kabul etsin, günahlarını bağışlasın, harcadıklarını sana geri döndürsün.”[9]
Resulullah’ın (s) el tutma yeri demirden olan bir asası vardı. Ona yaslanırdı. Bayramda ve yolculuklarda namaz kılarken onu önüne bırakırdı.
Resulullah, başına farklı takkeler takardı ve çizgili idiler… ‘Zatu’l-Fusul’ adında bir zırhı vardı, bu zırhın bir tane önde iki tane de arkada gümüş halkası bulunuyordu.[10]
Kılıcının kını, kılıfının sonu ve kabzası gümüşten idi. İkisinin ortası da gümüşten işlenmişti.[11]
Defalarca Resulullah’ın (s) suyu üç nefeste içtiğini gördüm. Her defasında “Bismillah” deyip sonunda ise Allah’a hamd ederdi. Bunun sebebini sorduğumda şöyle buyurdular: “Ey Ali! Hamdı, şükrü yerine getirmek; besmeleyi ise, dertten korunmak için söylüyorum.”[12]
Resulullah (s) musibet sahiplerine başsağlığı dilerdi. Şöyle buyururdu: “Acerekumullah ve Rehimekum” (Allah sizlere mükâfat versin, sizlere rahmet etsin).
Birisini tebrik ettikleri zaman ise şöyle buyururlardı: “Barekellah lekum, barekellah aleykum” (Allah sizin için onu mübarek ve devamlı kılsın.)[13]
Resulullah (s) hastayı ziyaret ettiği zaman şöyle dua ederdi: “Ey Allah’ım! Hastalık senin elindedir, onun hastalığını iyileştir. Ona şifa ver. Senden başka şifa verecek yoktur.”[14]
Resulullah (s) hastalandığı zamanlar hacamat yaptırırdı.[15]
Dişleri fırçalamak Allah’ın hoşnutluğuna sebep olur. Resulullah (s)’ın sünnetidir ve ağzı temiz yapar.[16]
Resulullah (s) şöyle buyurdu: “Kim günde iki defa dişlerini fırçalarsa Peygamber’in sünnetini sürdürmüş olur.”[17]
Resulullah (s) buyurdular ki: “İki şeyde bana yardım edilmesini sevmiyorum: Birisi abdest alırken, zira namazdan sayılır. Diğeri ise sadaka verirken kendi ellerimle sadakayı muhtaç insana vermek isterim, zira sadaka Rahman olan Allah’ın eline ulaşıyor.”[18]
Cünüp olmak dışında hiçbir şey Resulullah’ın (s) Kuran’ı tilavet etmesine engel olmazdı.”[19]
“Resulullah (s) “Sebbihisme Rabbike-l Âla” sûresini severdi ve ilk olarak “Sebbihisme Rabbike-l Âla diyen Mikail’dir.” buyururdu.[20]
Resulullah (s) aynaya bakarken şöyle söylerdi: “Beni eksiksiz, yüzümü güzel yaratan, başkalarının karşısında beni ziynetlendiren, İslam’a hidayet eden, “nübüvvet” ile beni kendisine minnettar kılan Allah’a hamd olsun.”[21]
[1]–Mekarimu’l-Ahlak, c.1, s.18; el-Bihar, c.16, s.194
[2]–el-İlel, c.2, s.247
[3]-el-Mekarim, c.1, s.23
[4]–Feyzü’l-Kadir, c.5, s.85, 233 ve 145.
[5]–Caferiyat, s.169
[6]–Caferiyat, s.189
[7]–Caferiyat, s.217; ed-Daaim, c.1, s.380
[8]–Caferiyat, s.156; el-Müstedrek, c.1, s.59; el-Mekarim, c.1, s.76; Kurbu’l-Esnad, s.45
[9]–el-Fakih, s.232; el-Mekarim, c.1, s.300; el-Mahasin, s.311; el-Müstedrek, c.2, s.186 ve 45
[10]–ed-Daaim, c.2, s.159; el-Mekarim, c.1, s.138; Emâli, s.44; el-Müstedrek, c.1, s.166 ve 213
[11]–Besauru’d-Deracat, s.214; Daaim; el-Kâfî; el-Müstedrek, c.1, s.166 ve 218
[12]–Caferiyat, s.162; Müstedrek, c.3, s.130; ed-Deaim, c.2, s.130
[13]–Meskenu’l-Fuad, s.117; el-Müstedrek, c.1, s.128
[14]–el-Mecalis, c.2, s.252; Mekarim, c.2, s.452; Tıbbu’n-Nebi, s.32
[15]–el-Caferiyat, s.162
[16]–el-Caferiyat, s.162; el-Kâfî, c.3, s.23 ve c.6, s.495; el-Mahasin, s.463; ed-Daaim, c.1, s.118
[17]–Camiu’l-Ahbâr; el-Müstedrek, c.1, s.53
[18]–el-Hisâl, 2. bab, s.33; Caferiyat, 2. bab, s.17; Tefsir-i Ayyaşi, c.2, s.108
[19]–el-Bihar, c.92, s.216; el-Müstedrek, c.1, s.68; el-Kenz, s.266
[20]–Mecmau’l-Beyan, c.10, s.473; el-Bihar, c.92, s.322; Feyzü’l-Kadir, c.5, s.209
[21]–el-Caferiyat, s.186; Nevadir-i Ravendi; el-Müstedrek, c.1, s.64
Yorumlar