Allah’ın yüce adı ile…
Dinî açıdan bakılırsa, çağımız -özellikle gençler zümresi için- bunalım, kararsızlık ve ıstırap çağıdır. Zamanın ve çağın gerekleri bir dizi kuşkular,
tereddütler ve sorular ortaya çıkarmış, eski ve unutulmuş soruları da yeniden canlandırmıştır.
Bu sorulardan, arayışlardan, kuşku ve tereddütlerden dolayı -ki zaman
zaman aşırıya varmaktadırlar- acaba rahatsız olmalı ve üzülmeli miyiz?
Yoksa sevinmeli ve hoşlanmalı mıyız?
Bana kalırsa rahatsız olmak, üzülmek için hiçbir sebep yoktur. Şüphe, kesin bilgi yolunda ilk adımdır, sorma, arama, bulma ve erme yolunda bir
başlangıçtır. Istırap da sükûnet bulmanın, rahatlamanın ilk aşaması, başlangıcıdır.
Şüphe; konaklanacak ve duraklanacak bir yer olarak hiç de elverişli olmasa bile, bir geçit olarak iyidir ve gereklidir. İslâm, düşünmeye ve sağlam
ve kesin bilgiye ulaşmaya çağırır; bu çağırmayı tekrarlarken, dolayısı ile,
insanın başlangıçta bilgisizlik, şüphe ve tereddüt içinde olduğunu, gerçek
bir düşünme ve akıl yürütme ile gerçek ve kesin bilgi ve kanaate ulaşması
gerektiğini anlatır.
Hakîmlerden birisi şöyle der:
Konuşmamızın başlıca yararı, sonunda araştırmaya başlayasın ve kesin
bilgiye ulaşmak için uğraşasın diye, sende şüphe ve tereddüt uyandırmasıdır.[1]
Şüphe demek, huzursuzluk demektir, yerinde duramamak demektir. Ne
var ki, sükûnetin her türü de bu huzursuzluğa üstün değildir. Hayvan bu anlamda şüpheye düşmez, ancak, insanlar ölçüsünde iman ve yakıyne, kesin ve gerçek bilgiye ulaşabildiği de söylenebilir mi? Şu hâlde bu tür huzur
ve sükun; şüpheden aşağı derecede olan türdendir, yakıyne, kesin bilgi ve
imana erenlerin huzur ve dinginliği ise şüphe hâlinden üstün olanıdır.
Allah’ın seçtiği ve güçlendirdiği belirli kişiler bir yana, bunların dışında
kalan kesin bilgi sahipleri önce şüphe ve tereddüt konağından geçmişler,
sonunda iman ve iykan (kesin ve gerçek bilgi) durağına, hedefine ulaşmışlardır. Şu hâlde çağımızın şüphe çağı olarak görünmesi, derhal zamanımızı çöküntü ve sapıklık çağı olarak nitelememize, böyle değerlendirmemize
yol açmamalıdır. Kesinlikle söyleyebiliriz ki bu şüphe türü, çok rastlanan
basit ve düşüncesizce huzur ve sükûn hâlinden daha değersiz değildir.
Acınılası olan şüphe, şu türden olanıdır: Kişi şüphededir, ne var ki bu
şüphede kalmakla yetinmekte, araştırmaya koyulmamaktadır. Yahut toplumsal sorunlar karşısında şüpheye düşülmekte, ne var ki toplumun bu
alandaki ihtiyaçlarının cevaplandırılması yönünde bir girişim de görülememektedir.
[1] Muhtemelen Sokrates’den nakledilmektedir. Kaynak gösterilmiyor.
Sokrates (M.Ö. 496 / MÖ 399), insanlara soru sorarak onların zihinlerinde
bildiklerinin doğruluğundan şüphe uyandırmak ve sorularını bir yöntem[1]le sürdürerek sonunda o kişinin zihninde gerçeği “doğurtmak” yoluna
başvururdu.
Mutahhari,Murtaza,Adl-i İlahi
Yorumlar