Yaratılışın felsefesi Allah’a ibadettir. Kuran-ı Kerim bize böyle buyurmuştur. Ancak nasıl ve ne tarzda ibadet etmek gerekir? O’nun (c.c.) rızası ve isteği doğrultusundaki ibadet nasıl olmalıdır? Bunu ayrıntılarıyla ancak Resulullah (s) ve diğer din büyüklerimizin söz ve davranışlarından öğrenebiliriz.
Bu bölümde Allah Resulü’nün (s) ibadetler ve maneviyat konusundaki sünnetini ele alacağız. İnşallah ki o yüce insanı, ibadetlerimizde kendimize daha çok örnek alırız.
a) Aşkla İbadet Ederdi
İbadetin özü, ihlâsla ve gönül huzuru ile Allah’a yönelmektir. Allah’ın seçkin kulları aşk ve heyecanla ibadet ederler. Allah’a ibadet etmek ve Allah ile söyleşip münacat etmek onlar için her işten daha zevkli, daha tatlı ve değerlidir.
Resulullah (s) namaza durduğunda Allah’ın huzuruna varmanın heyecanı ve huşuu ile yüzünün rengi solardı.’[1]
Namaz ve ibadete olan düşkünlüğü o kadar şiddetliydi ki, her şeyden kopar tüm varlığıyla Allah’a yönelirdi. Bir rivayette şöyle deniliyor:
“Resulullah (s) bizimle konuşur, biz de onunla konuşurduk. Ama namaz vakti geldiğinde sanki ne o bizi tanır, ne de biz onu tanırdık.’[2]
Bunlar Resulullah’ın (s) ibadet sırasında nasıl Allah aşkıyla mest olduğunu, Rabbi ile söyleşmeye ne kadar değer verdiğini gösteriyor.
b) Duaya Düşkündü
Her âşık maşukuyla buluşmayı çok sever, bunun için can atar. Allah’tan büyük maşuk ve Rasulullah’tan (s) büyük âşık mı olur? O’nun bu aşk ve şevkinin belirtisi gözünü namaz vaktine dikmesi ve ezan vaktini istekli bir kalple beklemesiydi.
Evde zamanının büyük bir kısmını ibadete ayırırdı.[3] Zaten normal halinde de hep Allah’ı anmaktaydı. Otururken, ayaktayken ve her durumda Allah’ı zikrederdi.’[4]
Büyük âlim, Şehid-i Sani “Esraru’s-Salât” kitabında şöyle naklediyor: “Resulullah (s) namaz vaktini istekle beklerdi ve ibadet için iştiyakı artardı. Namaz vaktinin gelmesini sabırsızlıkla beklerdi. [5]
Aziz Peygamberimiz namazı çok ama çok sever ibadet etmekten çok hoşlanırdı. Şöyle buyururdu: “Gözümün ışığı namaz ve oruçta karar kılındı.”[6] Ramazan ayında iki kat daha aşk ve şevkle ibadet ederdi. Mescitte kendisine çadır kurulmasını ister, eşlerinden uzaklaşırdı. Yatağını toplar, her türlü meşgaleden uzak bir şekilde kendisini ibadete verirdi.’[7]
Ebuzer-i Gifari’ye şöyle buyurmuştu:
“Ey Ebuzer! Allah aça yemeği, susuza suyu sevdirdiği gibi bana da namazı sevdirdi. Aç yemek yiyince doyar, susuz su içince susuzluğunu giderir, ancak ben namaza doyamıyorum.”[8]
c) Şükürlü Bir Kul İdi
Kulluğun en üstün mertebesi, kulun, Allah’ın dergâhına olan muhtaçlığını en iyi şekilde hissetmesi ve rabbinin verdiği nimetlere karşı büyük bir şükran ve minnet duygusu içinde olmasıdır. Resulullah’ın (s) dili sürekli şükür halinde ve eli de sürekli Allah’ın dergâhına açık olarak dua halindeydi. Yüceliği de işte bu kullukta görmekteydi. Zaten yüce risalet makamına da iyi bir kulluk sayesinde ulaştı. ‘Kul’ olduğu için ‘Resul’ oldu. Biz Müslümanlar da namazlarımızda, önce onun kulluğuna sonra resullüğüne tanıklığımızı ilan ediyoruz.
İmam Sadık (a) şöyle buyuruyor:
“Bir gün Cebrail Hz. Peygamber’e nazil olarak şöyle arz etti: Allah-u Teâlâ selam gönderiyor ve buyuruyor ki: Bu Mekke ve Betha çölü senindir. İstersen onu senin için altınla doldurayım. Resulullah üç kez göğe bakıp şöyle dedi: Hayır ya Rab! Bir gün tok olup sana hamd etmek, bir başka gün aç kalıp senden rızık dilemek istiyorum.”[9]
Bu düşünce tarzı, kul olma halini sevmek anlamına geliyor. Yani Peygamberimiz kul olduğunu daima hissetmekten mutluluk duymaktaydı.
d) Kul Olduğunu Unutmazdı
Bazıları çok iyi kulluk pozu verirler, ama kalplerinde ubudiyet hissi yoktur. Hakka vasıl arifler ise hangi manevi makama ve ilimi dereceye ulaşırlarsa ulaşsınlar, kendilerini hep ‘kul’ olarak görürler. Resulullah (s) arifler zincirinin baş halkasıdır. Köleler gibi oturur, yerde yemek yer, yerde yatardı. Çünkü kul olduğunun farkındaydı.
Peygamber efendimizdeki bu kulluk bilinci, bir tür tevazu veya sırf bir zihinsel düşünce değildi, O’nu tam olarak kuşatan bir şuur ve dokunulan bir gerçekti. Bir köle padişahın önünde nasıl tevazu ve saygıyla duruyorsa, O da Rabbi karşısında huşu ve haşyet içinde yaşamaktaydı.
Nebilerin efendisi ve varlık âleminin en üstünü olması Resulullah’ı(s) kimseye karşı kibirli davranmaya ve tevazudan uzak olmaya sürüklemiyordu.
Bir gün (İbn-i Mesud’un rivayetine göre) adamın biri Peygamber’in huzuruna geldi. Konuşmaya başlarken, heyecandan kendine hakim olamadı ve titreyip kekelemeye başladı. Resulullah (s) ona cesaret vererek şöyle buyurdu:
‘Sakin ol! Ben padişah değilim. Ben kidd (basit bir yemek çeşidi) yiyen kadının oğluyum.’[10]
Resulü Ekrem bu şekilde davranarak, insanlarla arasındaki perdeleri kaldırıyor ve onların kendisini bir sultan olarak değil, Allah’ın elçi olarak seçtiği kulu olarak görmelerini istiyordu. Sonuç olarak, halk ile daha yakın bir iletişim kuruyor ve onların kendisine karşı rahat olmalarını sağlıyordu.
e) Daima Zikir Halindeydi
Hz. Peygamber (s) hem kalbiyle, hem de diliyle daima zikir halindeydi. Oturduğu yerden kalkarken “Subhanekellahumme ve bi-hamdike (Allah’ım, noksan sıfatlardan münezzehsin ve sana hamdediyorum)” derdi.[11] Uyuduğunda, uykudan uyandığında, gece namazına hazırlandığında, yatakta, sofrada, yemekten sonra, yolculukta, kısacası her durumda dua ederek Allah’ı anıyordu. Dua halinde ise, bir zavallı gibi inleyerek Allah’a yakarırdı. Masum, yani günahsız olmasına rağmen, her gün 70 kere “Esteğfirul-lah” (Allah’tan bağışlanma diliyorum) derdi. Uyuyacağı zaman Cebrail’in tavsiyesi ile Ayetel Kürsi okurdu.[12]
Bu zikir hali, kulluğun ve yaratana karşı tam bir teslimiyet içinde bulunmanın göstergesidir.
Rahmet elçisinin ümmeti de onun bu haline bakarak kulluk âdâbının nasıl olması gerektiğini öğrenmiştir.
Selam olsun beşeriyetin örnek şahsiyeti olan o yüce insan-ı kâmile!
[1]–Sünenü’n-Nebi, Allame Tabatabai, s.251
[2]-Aynı kaynak, h.283.
[3]–el-Muheccetu’l-Beyza, Feyz-i Kaşani, c.4, s.160
[4]-Aynı kaynak, s.130
[5]–Sünenü’n-Nebi, Allame Tabatabai, s.268, h.275
[6]-Aynı kaynak, s.278
[7]–Biharu’l-Envar, Allame Meclisi, c.16, s.273
[8]–Sünenü’n-Nebi, Allame Tabatabai, s.269
[9]–Mekarimu’l-Ahlak, Tabersi, s.24
[10]–Biharu’l-Envar, Allame Meclisi, c.16, s.229
[11]–el-Muheccetu’l-Beyza, Feyz-i Kaşani, c.4, s.132
[12]–Mekarimu’l-Ahlak, Tabersi, s.38
Yorumlar