VIII. BÖLÜM
ŞEHADET SONRASI OLAYLAR
Çadırların Yağmalanması ve Esaret
İmam Hüseyin (a), kanlarına bulanmış olarak Kerbela’nın kuru toprağı üzerinde yatıyordu. Düşman artık savaşta galip geldiğini düşünüyor zafer sarhoşluğuna kapılıyordu. On binlerin başını en azgın olanları çekiyorlardı. İmam Hüseyin’e darbe vurmak, ben de vurdum diye adeta pay kapmak için yarışanlar işte onlardı. Şimdi aynı kişiler İmam Hüseyin’in çadırlarına saldırmış buldukları her şeyi yağmalıyorlardı. Kızların kulağındaki küpelere kadar…
Yetinmeyip çadırları yaktılar. Çocuklar o dehşetle etrafa kaçışıyor, bazılarının üzerindeki elbiseler çadırların aleviyle tutuşuyordu…
Eşi, babası, abisi, kardeşi… daha yeni gözünün önünde doğranmış çocuklara ve kadınlara karşı bu kabalık, bu barbarlık hiçbir vicdana sığacak türden değildi.
Bütün kötülüklerde en önde olan Şimr, bu sefer de Hz. İmam Zeynülabidin’in peşindeydi. Çadırlara gelmiş İmam’ı öldürmek istiyordu. Hz. Zeynep karşısına dikildi, Ömer Saad’ın ordusundan bazıları da hasta bir insanı öldürmenin anlamsız olduğunu söyleyerek itiraz ettiler. Hatta bazıları, bu hastalık ona zaten yeter demişlerdi.(78)
Ordu komutanı Ömer Saad çadırlardaki kadınları ve çocukları bir araya toplattırdı. Şimdi işlediği cinayeti tamamlamak istiyordu. Bütün Kerbela şehitlerinin başını bedeninden ayırdılar. Daha Aşura günü akşam olmadan İmam Hüseyin’in mübarek başını İbn-i Ziyad’a gönderdi. Ardından gönüllü olan birkaç meluna İmam Hüseyin (a) ve Kerbela şehitlerinin başsız bedenleri üzerinde at koşturmalarını emretti. Topraklar üzerinde yatan o en aziz insanların bedenleri üzerinde onlarca atlı gidip geldi, mübarek vücutlar daha da tanınmaz hale getirildi.
Evet, yer gök dağılsa, okyanuslar feveran etse yeriydi. En alçaklar en şerefli insanları atlarının ayakları altına almışlardı. Kâinatın efendisi Hz. Peygamber’in öz torunu başsız bedeniyle çöller üstünde kalmış, mübarek bedeni atların ayağı altında ezilmişti. Subhanallah! İnsanoğlu dünya peşinde koşa koşa ne kadar aşağılara inebiliyor? Geçici dünyanın ihtirasları iman duvarını da yıkıp insanı ne büyük cinayetlere sürükleyebiliyor demek…
İşte Ömer Saad! İşte şimdi Kerbela sahnesindeki savaşını zaferle (!) bitirmiş komutan! O şimdi kendi vicdanına da sorsanız aşağıların en aşağısına inmiş bir komutan olmuştu. Sözü kocaman orduya geçiyordu ama nefsine geçmiyordu; her kes onun emrindeyken o da kendi şeytanının emrindeydi.
Nefs-i emarenin bir gün kendisini bu kadar çok alçaklara indireceğini belki kendisi de tahmin etmezdi. Ne buyurmuştu hidayet meşalesi: “Allah’ı gazaplandırarak halkı razı etmeye çalışanlar felaha ermeyeceklerdir.”
Ömer Saad bunun en aşikâr örneği oldu.
Umduğunu bulamayacak fani dünya işlediği günahlarla beraber onu da kara toprağa gömecekti.
Kerbela’dan Çıkış
Aşura günü akşam olduğunda Kufe ehlinin cinayete dönüşen vefasızlığının manzarası korkunçtu. Kufe’ye gönderilen yetmiş iki başa ait yetmiş iki cenaze yerdeydi. Peygamber ailesinin kadınları, kızları ve çocukları esir olarak bir araya toplanmış, çadırları tamamen yakılmıştı.
Ömer Saad ve ordusu o geceyi Kerbela’da geçirdiler. Ehlibeyt esirleri de geceyi toplandıkları yerde geçirdiler. Bir insanın geçirebileceği o en zor gecede dahi Hz. Zeynep gece namazını ihmal etmemiş, oturarak da olsa kılmıştı. Zaten Kerbela davasının ağır sancağını yüklenen bir omuz, ancak Allah ile güçlü bir bağa sahipse bu yükü taşıyabilirdi. Hz. Zeyneb’i efsanevi bir sabır dağı yapan da sonsuzluğun yegâne sahibine olan kulluk bağı idi. O bacı olmadan, ana olmadan, hala olmadan önce gerçek bir Allah aşığıydı.
Aşura’nın ertesi günü sabah, Yezid ordusu kendilerine ait cenazeleri toprağa gömdüler. Peygamber evladının cenazeleri ise güneşin altında topraklar üzerinde kaldı. Ne kendileri gömdüler ne de başkalarının gömmesine müsaade ettiler. Daha öğlen vakti olmamıştı ki Kerbela’dan çıkış gerçekleşiyordu. Ömer Saad’ın ordusu esirleri cenazelerin yanı başından geçirdi. Azizlerinin na’şını yerde gören kadın ve çocuklar perişan halde ağlayıp feryat ettiler. Kimileri bindirildikleri çıplak develerden kendilerini yere attılar. Kardeşi İmam Hüseyin’i başsız halde toprak üstünde gören Hz. Zeynep öyle ağıtlar yaktı ki yüreğinin sızısı düşman askerlerini bile ağlatmaya yetti.(79)
Esirler arasında İmam Hüseyin’in varisi olan oğlu İmam Zeynülabidin (a), İmam Zeynülabidin’in oğlu dört yaşındaki İmam Muhammed Bakır (a), İmam Hüseyin’in eşi Rubab, İmam Hüseyin’in iki küçük oğlu, İmam Hasan’ın bir oğlu ve torunu, Hz. Zeyneb’in dışında İmam Ali’nin iki kızı, İmam Hüseyin’in dört kızı ve İmam Hasan’ın bir kızı bulunuyordu.
Harici ve isyankâr diye çıplak develer üzerinde saygısızca diyar diyar dolaştırdıkları esirler, öyle uzaktan veya dolaylı değil, doğrudan Peygamber torunları, Peygamber’in harimi ve namusu sayılan kızları idi.
Bayrak Hz. Zeyneb’in Omzunda
Kuşkusuz Kerbela’da kadınlar olmasa bu olayın tarih boyunca insanların kalbinde bıraktığı tesir bu kadar derin olmayacaktı. Daha da önemlisi Kerbela olayı İslam ümmetine bugünkü gibi aktarılamayacak, Ümeyyeoğullarının yalanları ve iftiraları arasında tahrif olup gidecekti. Nitekim bunu denediler ama yapamadılar.
Kadınların ve başta Hz. Zeyneb’in varlığı Kerbela’nın duygu dolu mesajının insanlığın vicdanına gerektiği gibi yansımasına sebep oldu. Allah’ın iradesi Kerbela’da olanların Kerbela’da kalmamasından yana tecelli etti. Zira böylesi bir uyanış destanı, ümmetin üzerine çökmüş ölü toprağından sıyrılıp kalkması için gerekliydi.
Esirler Aşura’dan iki gün sonra Kufe’ye getirildiler. Hem Kufe’ye girişte hem de İbn-i Ziyad’ın sarayına götürüldüklerinde Hz. Zeynep halka anlatılan yalanları ifşa ediyor, kardeşinin ve Peygamber ailesinin uğradığı haksızlığı insanlara anlatıyor, Kerbela’nın mesajını iletiyordu.
İbn-i Ziyad esirlerin Kufe sarayına geldiğinde kendi aklınca onları aşağılamak ve başlarına gelen musibeti Allah’ın onlara verdiği bir ceza gibi sunmak için bazı sözler etti ve sözlerinin sonunda Hz. Zeyneb’e hitapla “Gördün mü Allah ailenizin başına neler getirdi?” deme cüretkarlığını gösterdi.
Hz. Zeyneb cevabında Kerbela sürecinde söylenen en önemli cümlelerden birini söyledi. Bu cümle aslında Kerbela’yı doğru anlamanın ve ilahi dünya görüşüyle Kerbela’yı idrak etmenin anahtarı idi:
“Ben Kerbela’da güzellikten başka bir şey görmedim.”(80)
Hz. Zeyneb’in Kufe’deki konuşmaları Kufe halkında hem vicdan azabı hem de bir cesaret uyandırmıştı.
İtiraz Kıvılcımları
İbn-i Ziyad Kufe sarayında elindeki sopayla İmam Hüseyin’in mübarek başına, gözlerine ve dudaklarına vuruyordu. Orada bulunan sahabi Zeyd bin Erkam itiraz etti:
“Ey İbn-i Ziyad, o sopayı kaldır, ben Allah elçisinin mübarek dudaklarıyla o dudakları öptüğünü gördüm.”
Zeyd bin Erkam bunları dedikten sonra yüksek sesle hüngür hüngür ağlamaya başladı. İb-i Ziyad ona kızarak, “Yaşlı bir bunak olmasan boynunu vurdururdum.” dedi ve aralarında geçen birkaç sözden sonra Zeyd bin Erkam çıkıp gitti. Çıktığında şöyle söyleniyordu:
“Ey Arap topluluğu! Artık kölesiniz sizler. Fatıma’nın oğlunu öldürüp, Mercane’nin oğlunu (İbn-i Ziyad) başa geçirdiniz. İyilerinizi öldürüyor, kötülerinizi ise köleleştiriyor. Zillete razı oldunuz, alçalmaya razı olanlara yazıklar olsun!”(81)
Daha sonra İbn-i Ziyad camide İmam Hüseyin’in şehit edilmesinden duyduğu sevinci dile getirdi ve İmam’ı haşa yalancı olarak tanıttı. Bunu duyan onca insan ses çıkarmamıştı ama yaşlı ve gözleri kör olan Abdullah bin Afif cemaatin arasında ayağa kalkıp: “Yalancı sensin, senin babandır, seni buraya vali yapan ve onun babasıdır…” diye bağırdı. Onu dışarı çıkardılar ve daha sonra evinde tutuklamak istediler. O gözleri kör olsa da kılıcını çekip savaştı ve savaşarak şehit oldu.(82)
Bu türden kıvılcımlar böyle devam etti; Kufe’de İbn-i Ziyad ve Emeviler bir daha rahat yüzü göremedi.
Pişmanlık Kufe halkının canına bir ateş gibi düşmüştü ve Ümeyyeoğullarına karşı öfke alevi gittikçe büyüdü. Tevvabin (tövbekârlar) hareketi başladı ama maalesef başarılı olamadı.
Nihayet Muhtar Sakafi’nin kıyamı ile Kerbela katillerinden birer birer hesap soruldu; fare deliğine dahi girmiş olsalar, çıkarılıp pis kanları akıtıldı.
Esirler Şam’a Götürülüyor
İbn-i Ziyad hızlıca İmam Hüseyin’in şehit edildiği haberini Yezid’e ulaştırmıştı. Yezid yazdığı cevapta, İbn-i Ziyad’dan şehitlerin başlarını ve Ehlibeyt esirlerini Şam’a göndermesini istemişti.
Peygamber hanedanına ait olmayan esir kadın ve kızlar akrabalarının aracılığı ile özgür bırakıldılar. Böylece esirler kervanında sadece İmam Hüseyin’in aile ve akrabaları kalmış oldu. Mazlum Ehlibeyt esirleri, bir hafta Kufe’de tutulduktan sonra Şam’a yani Yezid’in yanına götürülmek üzere yola çıkarıldılar. Esirlerle birlikte kesik başlar da aynı kervanla götürülüyorlar böylece Peygamber hanedanına yapılan eziyet kesintisiz devam ediyordu.
Yaklaşık yirmi iki günlük bir yol kat ettiler. Yol boyunca eziyetler devam etti. Binekler böylesi uzun bir yolculuğa göre hazırlanmamıştı, üst başlarına uygun elbiseler verilmemişti. Esirlerden ağlayan olursa başına mızraklarla vurularak ağlamaması söyleniyordu. İmam Zeynülabidin’in ellerinde zincirlerle bu yolculuğa götürüldüğü rivayet edilmiştir.(83)
Safer ayının başında Şam’a vardılar. İlk indirildikleri yer Emevi Camii’nin yanında bir yer olmuştur. Daha sonra Yezid’in sarayına yakın bir yerde Şam Harabesi diye anılan üstü açık bir yerde konaklatıldılar. Şam’da üç gün(84) kadar kaldılar.
Yezid sarayını süsletip şehrin büyüklerini saraya davet etti ve ondan sonra esirleri saraya getirtti.(85) Saraya girdiklerinde esirler iple birbirilerine bağlanmış haldeydiler. İmam Hüseyin’in kızı Fatıma “Ey Yezid Peygamber kızlarının böyle esir alınması hak mıdır?” buyurdu ve orada bulunan dostu düşmanı ağlattı.
Davetlilerin ve İmam Hüseyin’in can parçası evlatlarının huzurunda onur ve şeref yoksunu melun Yezid İmam’ın mübarek başını bir kabın içine koydurmuş elindeki ağaçla vuruyordu.
Sonra İmam’ın başının içinde olduğu kabın üzerine yemek tepsisi koyup bir şeyler yemeğe başladı ardından yemek tepsisi yerine satranç masasını o kabın üzerine koyup satranç oynadı. Hatta içtiği şarabın artığından o kabın yanına doğru yere döküyordu.(86) Bu davranışlar esirleri ağlamaya sevk etmiş, orada bulunanları da duygulandırmıştı. Bu çirkin ötesi davranışlara önce kendisi de Emevi olan Yahya bin Hakem ardından Peygamberimizin sahabelerinden Ebu Berze Eslemi itiraz ettiler. Yezid ise onca insan içinde itiraz etme cesareti bulan bu iki kişiyi oradan kovdu.(87)
Yezid’in zulümlerine biat ederek tarafsız kalabileceğini düşünenlerin akıbeti açısından bu olaylar ibret vericidir. Zalimlere bir defa boyun eğmekle kurtulmak mümkün olmaz. Onlar siz alçaldıkça daha çok alçalmanızı beklerler.
Düşünün ki İmam Hüseyin (a) Yezid’e biat etseydi, Yezid bununla yetinecek miydi yoksa bu toplantıya gelen bazı sahabelere yaptığının benzerini İmam Hüseyin’e de mi yapmaya kalkacaktı?
Bazı kaynaklara göre Hz. İmam Hüseyin’in küçük bir kızı (Rukayye veya Fatıma Suğra) Şam’daki harabede vefat etmiştir. Bu mazlum kız hakkında ilk dönem tarih kaynakları çok net bilgiler vermese de sonraki dönem kaynaklarda aktarılanlar yürekleri yakan cinstendir. Bu kaynaklara göre Rukayye babasını özlediği için ağlayıp sabırsızlık gösteriyor. Ehlibeyt hanımları da onun acısının etkisiyle ağlaşmaya başlıyorlar. Sesler yükselince haber Yezid’in sarayına kadar gidiyor. Nihayetinde İmam Hüseyin’in kesik başı harabeye getirilip Rukayye’ye gösteriliyor. Bu acıya dayanamayan küçük kız birkaç gün sonra vefat ediyor.
Kerbela kıyamı henüz bitmemişti ve esaret döneminde de aslında devam ediyordu. Şam’da çeşitli fırsatlarda İmam Zeynülabidin (a) ve Hz. Zeynep Kerbela gerçeklerini anlatmış, uğradıkları zulmü beyan etmişlerdi.
Muaviye zamanından beri Şam halkı sürekli İmam Ali ve evlatları hakkında kötü şeyler duymuştu. Emevilerin iftiraları sebebiyle Şam halkı Ehlibeyt’i Müslüman olarak bile görmez hale gelmişlerdi. Peygamber hanedanının esir kervanı Hz. İmam Zeynülabidin ve Hz. Zeyneb’in bilgilendirmeleri ile Şam’daki bu olumsuz propagandayı önemli ölçüde kırdı. İş öyle bir noktaya vardı ki Yezid artık İmam Hüseyin’i öldürtmüş olmayı üzerine almamanın yollarını aramaya başladı.
Yezid’in isteği üzerine Kufe’den Şam’a gelen esirler kervanı bu defa Şam’dan Kerbela’ya hareket etmiş ve Kerbela’yı ziyaret ettikten sonra Medine halkının adeta sel gibi akan gözyaşları arasında Medine’ye geri dönmüştür.
Kerbela Olayının Sonuçları
Kerbela olayından sonra halka yaşattığı sıkıntıların da etkisiyle Mekke ve Medine’de hakimiyeti sarsılan ve halkın isyanıyla karşılaşan Yezid, Medine’yi yağmalayıp sahabeyi katletmek, Mekke’ye saldırıp Allah’ın evi Kabe’yi mancınıklarla tahrip etmek gibi başka feci suçlara da imza attı.
Yezid Kerbela’dan üç yıl sonra öldü. Bazı kaynaklara göre avdayken atı ürkmüş ve üzengi ayağına dolandığı için bedeni parçalanıncaya kadar sürüklenmişti. Başka bir görüşe göre ise gece çokça içerek uyumuş ve sabahleyin simsiyah kesilmiş halde yatağında ölü bulunmuştu.
Yezid’den sonra Muhtar’ın kıyamı ve İmam Zeynülabidin’in oğlu Zeyd’in kıyamı başta olmak üzere birçok kıyam olmuş sonunda Emevi hilafeti Hicri 132 yılında yıkılmıştır.
Siyasi olarak Kerbela olayı Emevilerin sonunun başlangıcı olmuştur diyebiliriz. Bununla birlikte Kerbela olayının asıl etkisi dini ve kültürel alanda olmuştur diyebiliriz. Gittikçe yozlaşan, zulme sessiz kalmayı, Allah’ın dininin çiğnenmesini seyretmeyi kabullenen İslam ümmeti İmam Hüseyin’in kıyamıyla yeni bir hayat buldu.
İslam tarihinde Peygamberimizden sonra hiçbir olay Kerbela kadar yazılıp çizilmemiş; anılıp diri tutulmamıştır. Sayısız kitap, sayısız şiir ve ağıt, sayısız minyatür ve resim konusu olan böylesi başka bir tarihi olaya rastlamıyoruz.
Kerbela bütün Müslümanlar için önemli bir dini, kültürel ve edebi öğe olarak ebedileşip insanlığın en önemli duygu ve düşünce mirasları arasında yerini almıştır.
Zaman içinde mazlumiyet, merhamet, zulme karşı dik duruş, iyilik ve iman İmam Hüseyin (a) ile; kötülük, zalimlik, imansızlık ve haksızlık Yezid ile temsil edilir hale gelmiştir.
Özellikle Alevi-Şii gelenekte Kerbela adeta eksen haline gelmiş ve daha yeni olmuş bir olay gibi sürekli canlı tutulmuştur.
Hak ve batıl; iyilik ve kötülük; adalet ve zulüm; iman ve küfür mücadelesi devam ettikçe Kerbela da unutulmayacak ve “Her gün Aşura her yer Kerbela” sözü dillerde dolaşmaya devam edecektir.
78- Tabersi E’lam ul’Vera, c. 1 s. 469
79 Tarih-i Taberi, c. 5 s. 456
80- Seyyid ibn Tavus, Luhuf, s. 191; Harezmi, Maktel ul’Huseyn s. 47
81- Tarih-i Taberi c. 5 s. 456
82- Tarih-i Taberi c. 5 s. 459
83- Şeyh Müfid, Emali, s. 321
84- Yedi gün ve bir ay kaldıklarına dair de görüşler bulunuyor.
85- Tarih-i Taberi c. 5 s. 461
86- Şeyh Saduk, Uyun-u Ahbar er’Rıza, c. 1 s. 25
87- Bilazeri, Ensab ul’Eşraf c. 3 s. 416
Yorumlar